top of page

Hep Mi Birşeyler Eksik?


Lacan ile Yoga'nın Kesiştiği Yer
Lacan ile Yoga'nın Kesiştiği Yer

Eksik Olanı Görmek


Yeterince deneyim ve farkındalık sahibi her can bu hissi tatmıştır, olur olmadık bir anda gelen bu his:

Sanki bir şey eksik.

Tam adını koyamadığımız, zaman zaman bize kendini alttan alttan hissettiren, bazen içimizi daraltan...Şu da olsun, rahat edeceğiz dedirten.


Konu aslen oldukça geçmişe dayanıyor. Bu ömrümüz ölçülerinde ve Lacan'ın gözleri ile bakarsak, metaforik olarak bütün, tam, eksiksiz olduğumuz annemizin karnındaki zamanlarımıza, o biricik bütünlük hâlinden kopuşla başlayan ve bir daha hiçbir zaman tamamen dolmayan bir boşluğa uzanıyor. Eksik her neyse, onu bulup, elde edip yerine koyup doldurmak istediğimiz o boşluğa.


Lacan bu yapısal eksikliği manque-à-être—“varoluşun eksikliği”—olarak adlandırıyor.

İnsan öznesi, tam da bu eksiklik etrafında şekil alıyor. Eksikliği gidermek için yaptıkları ile kendisini var ediyor. Tüm hayatı boyunca, “belki bu sefer olur” diyerek o boşluğu dolduracağını sandığı bir şeyleri arzuluyor. Bu duruma objet petit a diyor Lacan. Oysa mutlu sona ulaşanlar bilir, mutlu sonun olmadığını. O ana ulaşınca boşluğun kendisini daha da güçlü hissettirdiğini.


Bir kıyafet, bir ilişki, bir seyahat, yeni bir iş, bir kitap yazmak, bir maratonu bitirmek, bir tatlı yemek, Kasım indirimleri çılgınlığından sonra eve yığılmış kargo poşetlerini açmak…

Her biri, bir anlığına kalbimizin içinde bir parıltı yakar. Hevesle arzulayıp, çabalayıp nihayetinde elde ettiklerimiz.

“Bu sefer oldu galibalarımız.”


Elbette bu parıltı ancak, sönene kadar yanar.


Çünkü boşluk dolmaz, hiç bir zaman dolmayacaktır.


Belki de bu noktada bize yoga yol gösterebilir.



Satya: Kendi Gerçeğimize Dürüstçe Bakmanın Gücü


Satya, doğruluk, yalandan uzak durmak… ama sadece başkalarına değil, kendimize karşı da dürüst olmak, hatta en çok kendimize karşı belki.


Satya bizi, Lacan’ın söylediği gerçekliğe bakmaya davet eder:

Eksiklik orada. Boşluk orada.

Daha önce gidip de geri gelmediği olmadı.

Hiç olmayacak.


Tükettiğimiz hiçbir şey, o boşluğu kalıcı olarak doldurmayacak.

Ne alışveriş, ne yeni hedefler, ne dolu dolu dolaplar, ne aşk, ne de sürekli “daha fazlası”nı isteyen zihni tatmin etmek için devam eden koşturmalarımız, eşsiz meşguliyetlerimiz.


Satya’nın bize söylediği şudur:

“Eksikliği olduğu gibi gör. O orada. Bugüne kadar kalıcı olarak giderebilen olmadı."


Zihnin gerçeklikle barışmasıdır satya, bu sayede durulmasıdır.


Ne yapalım, depresyona mı girelim o zaman? Aslında, tam tersi. Bu dürüstlüğün içinde özgürlük var. Eksiklik hissi, boşluk düşman değil; insan olmanın bir yan etkisi. Hatta daha fazlası, bu varoluşu mümkün kılan temel. İnsan oluşumuzla barışmaya bir davet. Bize yaratıcılığımızı ortaya çıkarmak için bir güç kaynağı, objet petit a.


Ben de dahil, günümüz ebeveyninin temel sorunu, boşluk ile barışık olmayan çocukları. Boş kalmaya, sıkılmaya tahammülsüz nesil. Oysa boş kalınca, sıkılınca üretmek mümkün, yeni oyunlar kurmak. Boşluğa tahammülümüz olmadığında, tüketim sarmalına düşmek kaçınılmaz.



Aparigraha: İstifleyerek Doymaya Çalışmanın Geçersizliği


Aparigraha, yani istiflememek, biriktirmemek…

İhtiyaçları gidermek elbette, ama ihtiyaç fazlasını stok yapmamak. Yoganın temel öğretilerinden biri.


Lacan’ın objet petit a’sı burada çarpıcı bir şekilde görünür olur.

Ne kadar kıyafet alsak az, ne kadar makyaj malzemesi biriktirsek yetmez, kitaplar raflara sığmaz, eğitimler üzerine alınan eğitimler hiç bir zaman yeterince bilgili hissettirmez.


Çünkü eve getirdiğimiz hiçbir şey, zihnimize verdiğimiz hiç bir oyuncak o boşluğu dolduramaz, eksiklik hissini yok edemez.


Aparigraha tam olarak bunu söyler:

Özgürlük her istediğini toplayıp getirip biriktirerek değil, istemekten özgürleşip hali hazırda elinde olanları etkili kullanarak mümkün. Sürebileceğin bir el kremin varsa, onu sür. Aldığın bir eğitim varsa, o eğitimde öğrendiklerini uygulamaya dök. Evdeki malzemelerle bir yemek pişir, ikram et. İzin ver enerji aksın, çöküp atıl hale geçmesin, tıkanıklığa sebep olmasın.


Daha fazlasını almak yerine, zaten yetecek kadarının var olduğunu gör…Olanı kullan. Yoksa, al.


İstiflediğin her şey aslında sana yük. Boşluğun hafifliğinin tadını çıkarmayı öğrensek nasıl olurdu?


İzin ver boşluk, ferahlığı getirsin. Yer aç, kendine.




Ahimsa: Zarar Vermemenin Zarafeti



Ahimsa, zarar vermemek demek.

Ve bu sadece insanlara değil; toprağa, suya, hayvanlara, bitkilere…


Eksikliğimizi dolduramayacağımızı kabul etmediğimizde, farkında olmadan dünyadan hep daha fazlasını isteriz:


“Bir tane daha alayım…”

“Bir tane daha tüketeyim…”

“Bir tane daha…”


Ama dünyanın kaynakları, bizim içsel boşluğumuzu telafi etmek için yetersiz, varoluş amaçları da bu olmasa gerek zaten.


Ahimsa bize şunu fısıldar:

“Doğa senin eksikliğini dolduramaz. Onu kendi anlık tatminlerin için sömürmek yerine onunla uyumlan. Çünkü sen ondan ayrı değilsin ki.”


Eksikliğin farkında olan insan, dünyadan sadece ihtiyacı kadarını almaya razı olabilir. Dünya ile hırslı bir alışveriş ilişkisinde oluşunun, "dünya ve kendisi" diye bir yanıltıcı ayrımdan kaynaklandığını görebilir. Gerçekte alan ve veren birdir.

Bunu farketmek, hem içsel bir zarafetin, hem de varoluşa saygının görünür hale gelmesini mümkün kılar.



Boşlukla Birlikte Yaşamak: Hafiflik, Sadelik, Özgürlük


İçimizdeki eksikliği yok etmeye çalıştığımızda yoruluruz. Dönüşünün sonu olmayan tekerleğin içindeki hamsterlara benzeriz. Varamayız.

Ama onu gördüğümüzde, ona izin verdiğimizde, ondan kaçmayı bıraktığımızda…

Orada ilginç bir şey olur:


Eksiklik bizi tüketmek yerine, bizi inceltmeye başlar.


Hayat hafifler.

Eşyalar azalır.

İhtiyaçlar sadeleşir.

Alışverişin yerini nefes alır.

“Sahip olma”nın yerini “olma” alır.


Varılacak bir yer kalmaz.


Ve o eksiklikle birlikte yaşayabildiğimizde, dünyaya daha az zarar verir, daha az tüketir, daha açık ve daha gerçek oluruz. Bu sayede içsel neşemize yakınlaşırız.


Satya ile gerçeği görmek,

Aparigraha ile istiflemeyi bırakmak,

Ahimsa ile varoluşa saygı duymak ve göstermek…



Daha Az Tüket, Daha Çok Fark Et



Belki hiçbir zaman eksiksiz olmayacağız.

Ama dediğimiz gibi bu kötü bir haber değil.

Tam tersine:

Eksizsiz olma baskısını bıraktığımızda özgür, sakin ve neşeli olabiliriz.



Çünkü eksiklik, gidermemiz gereken bir kusur değil, bir kapı.

Ve o kapı kısa vadede yaratıcılığa, uzun vadede özgürlüğe açılıyor.


 
 
 
bottom of page